geçende bir rüya gördüm

uyumamaya çalışıyorum gecelerce ayrılmak zor geliyor dünyadan uğraşıyorum ama hep yeniliyorum kendi sonsuzluğumu görüyorum, yalnızlığımı korkuyorum, üşüyorum sonra insanlar kıçın açıkta kalmıştır diyor ama gerçeği yalnız ben biliyorum rüya ölümün kardeşidir.

Monday, January 17, 2005

mezuniyet

okula -alman lisesine- geliyorum. mezun olacağım sanırım. bahçeye çıkıp basket oynamaya başlıyorum, o sırada bizim sınıftan birileri var ama sonra ortadan kayboluyorlar.
elimde birsürü kağıt var, çağdaş -sınıf, sıra arkadaşım- yazmış hepsini, shakespeare ile ilgili metinler, incelemeler, dikkatle okuyorum, bir yerinde bizim sınıftan insanları onun oyunlarındaki karakterlere benzetmiş ve isimler vermiş, bana da sayın avşar bey demiş ama neye benzetmiş bilemiyorum. sonuna kadar okuyorum bu kağıtları en sonunda elle yazılmış bir şeyler de var isimler birçok, sonra okul binasına giriyorum.

daha önceki okul rüyalarımda olduğu gibi bunda da bina gerçeğine benziyor ama her zaman farklı birşeyler var. sınıfın olması gereken yere gidiyorum giriş katında ama içerde başka başka insanlar var. kapatıp kapıyı çıkıyorum. sonra düşünüyorum eğer mezun olucaksam sınıfım yukarda bir yerde olmalı. çünkü bizim okulda büyük sınıflar üst katlardadir.

okulun içinde yürümeye başlıyorum. bir koridorun sonunda merdivenler var, okul yavaş yavaş değişiyor bu arada. merdivenlerden yukarı çıkarken ilknur abla'yı -annemin eski sekreteri, sürekli yanina gidip oyun falan oynadığım çok sevdiğim abla- görüyorum, böyle böyle sınıfa gidicektim diyorum. o da şimdi şurdan çık aradan geçersin diyor. yukarı çıkıyorum büro gibi bir yer var çalışan insanlar falan. sağ tarafa doğru yönelince orda yerlere böcek zehri koyan adamlar görüyorum. kapalı burası diyorlar. bir tanesi gel gel geç surdan aula'dan diyor. -aula: alman lisesinin müzik salonu, iki koridorun ortasındadır ve hakkaten aula'dan geçmek diye birşey vardır-.

adam aradaki kapıyı açıyor, aula'ya giriyorum içerde bir sürü insan var oturuyorlar ve bir yöne -duvara doğru- bakıyorlar. bir de herr kloppert var -müzik hocası, bestami diye dalga geçilen ama son derece bilgili, kültürlü ve iyi insan- bana bakıyor, ben aceleyle aulanın içinden geçip diğer taraftan çıkıyorum.

yeni bir odaya giriyorum. alçak, çatı katı gibi tavanlı, karanlık bir oda. uzun, arkalıksız -biergarten- banklarının üzerinde birsürü cocuk görünümlü insan oturuyor, diğer odadakinin aksine hepsi bana bakıyor. yüzlerinde gazetelerden çıkanlara benzeyen karton maskeler var, çok dandik ama yüzler çok gerçekçi, sanki hepsi tanıdığım ya da ünlü birilerine benziyor. onların üzeinden böyle atlar ya da uçar gibi geçiyorum, uzun süre konuşmuyorlar sonra aniden mırıldanmaya başlıyorlar hep bir ağızdan, ne dediklerini anlayamıyorum korkuyorum biraz. üzerlerinden geçip diğer kapıya ulaşıyorum ve dışarı çıkıyorum.

geldiğim koridor daha önceki rüyalarımdan tanıdık, bunu rüyada bile farkediyorum. iki farklı bloğu bağlayan bir merdiven gibi bir şey var, iki taraftan da farklı yerlere çıkılıyor. mezun olduğuma göre en üst kata çıkmalıyım diyorum 12. sınıflar orada çünkü. bir merdiven seçip oradan çıkmaya başlıyorum, o sırada da etrafa bakıp okul ne kadar değişmiş diyorum.

sonra bir şarkı söylemeye başlıyorum. şimdi sözlerini hatırlamıyorum ama gayet yazılmış bestelenmiş ve gerçek hayatta olmayan bir şarkı, eğitimle ilgili, eğitimle dala geçen bir şarkı.
bu şarkıyı söylerken merdivenlerden yukarı doğru kayıyorum, sanki aşağıya iner gibi ama yukarı çıkıyorum. şarkı baya bir süre devam ediyor. sonra vardığımı sanıyorum bakıyorum 11. sınıflar, haa bi kat daha çıkmam gerekiyordu diyorum.

yukarıda tek bir sınıf var. insanlar beni görünce ooooooo yapıyorlar, seviniyorlar. bakıyorum içeriye benim alt dönemimden insanlar var, allah allah diyorum ama sonra düşünüyorum eğer şimdi mezun oluyorsam onlarla beraber mezun olmalıyım diyorum. bir sene geç mezun oluyorum sanırım ama neden bilemiyorum. neyse, o sırada isimler okunurken benim adımı çığırıyorlar. iki parça bir kağıt veriyorlar. biri mezuniyet belgesi gibi birşey, öbürü de milli eğitim bakanlığından veriliyormuş. kağıdı bana veren de eski coğrafya hocam mehmet akbaş, en küçük teyzem de orada. bu ek kağıt bi tek bende var o yüzden sınıftakiler de tepeme toplanıyo bakıyorlar.

bu m.e.b. kağıdında bir liste var. beni işe almak isteyen yerler yazıyor. 1. sırada dinamik elektrik var. "aa benim staj yaptığım yer" diye düşünüyorum halbuki değil. gerçi sonra uyandıktan sonra düşünmedim değil orada staj yapmışmıydım acaba diye, ama yok yapmamıştım.
2.sırayı hatırlamıorum ama 2 ve 3 te türk ile baslayan sirketler var 3. türk telekom onu hatırlıyorum.

sonraki sıralarda macchiato, espresso, fredochino gibi kahve isimleri yazıyor, sanki bir şirketin o kahveyi yapan bölümleri gibiymiş. o sırada teyzem geliyor "bak şu devlet olanlar iyidir" falan diyo türk telekom'la diger türk için. ben de "ben aslında şu kahveli olanları düşünüyordum" diyorum. teyzem "tabi o da olabilir" diyor.

herkes kafama toplanmış bakıyor, sanki onlar daha mezun olmamış ya da ben farklı bir statüde mezun olmuşum gibi.

sonra bitiyor.


Sunday, December 19, 2004

perdeler

çok detayli bir sekilde hatirlayamiyorum ama şuna benzer birşeydi:
annem babam ablam büyükbabam ve ben aynı evde yaşıyoruz ama ev tam bizim ev gibi degil daha ufak bir daire gibi. birgün hepimiz evdeyiz, annemle babam içeriki odada, ablam büyükbabam ben başka bir odadayız ve ev birden sallanmaya başlıyor, deprem gibi ama tam olarak da değil yani olay bir deprem aslında ama deprem lafı geçmiyor rüyada daha olağan birşeymiş gibi karşılıyoruz. ben ablamla büyükbabama şöyle yapın böyle yapın diye yardım ediyorum ev böyle saga sola egiliyor ben de o egime uyarak ayakta kalıyorum, sonra ev devriliyormuş gibi oluyor biz de o yöne dogru hareket ederek odadan çıkıp içeriye gidiyoruz, kimseye birşey olmuyor, ev öyle yıkık bir halde kalıyor biz de içinde yaşamaya devam ediyoruz, mutsuz da degiliz böyle ilginç tarafı.
sonra ben birgün ablam ve büyükbabamla ilk çıktığımız odaya -şimdi orası boş hepimiz salonda kalıyoruz çünkü- gidiyorum, balkonumsu bir kısmı var odanın böyle yan duvarı yok. oraya bakarken bi anda ayağımın altındaki parça kopmaya başlıyor, geri kaçamıyorum ve o açıklıktan düşmeye başlıyorum, o sırada dışarda uçuşan bir perde görüp ona tutunuyorum. perde inanılmaz bir uzunlukta, kocaman bir apartmanın tepesinden ortasına kadar -30 metre falan- iniyor. ben perdeye tutunup bir o tarafa bir bu tarafa sallanmaya başlıyorum. ama inanılmaz yumuşak bir şekilde, suratımda rüzgari hissediyorum, hiç yavaşlamıyorum. Kim kurtaracak ki beni acaba diye düşünüyorum. bilmemkimler varmış aslında onlar kurtarabilirlermiş ama o anda sevişiyorlarmış -böyle bir bilgi gelio havadan-.
Bir süre sallandıktan sonra biraz ötede birincinin aynısı, upuzun ikinci bir perde görüyorum. Bir elimle de ona tutunuyorum ve böyle uyumluı bir şekilde iki perdeye birden tutunmuş bir halde bir o tarafa bir bu tarafa -uzun eğriler çizerek ve hiç yavaşlamadan- sallanıyorum.
sonra uyanıyorum.
rüyanın genelinde biraz hüzün olsa da kötü bir rüya degildi, mutsuz uyanmadim.

Thursday, December 16, 2004

basket

rüyamda kızlı erkekli bir grup okul gibi bir yerin icinde genis sayilabilecek bir salondayız, sanki koltukları çıkarılmış -bilenler için itü maslaktakiler gibi- bir sınıf. bunlarin bir kismi sanki benim bölümden arkadaslarim ama cok net degiller.
bir kısım adamlar gelip neyi nasıl yapsak diye konuşuyorlar ve bişeyler inşa etmeye başlıyorlar, biz de yardım ediyoruz. salonun sonundaki kara -yeşil- tahtanın önüne bir yükselti yapılıyor sonra biz 5-6 kişi elimizde basket topu bu yükseltinin üzerine çıkıp basket oynamaya başılyoruz ama ortada pota falan yok, sadece tahtaya ona benzer birsey cizilmis ve biz de salak salak kosup topu sanki onun içinden geçiriyormuş gibi atıyoruz.
bir süre böyle oynadıktan sonra adamlar başka birşeyler daha yapmaya geliyorlar ve biz gidiyoruz. sonra geldigimizde böyle iki sıra, kız-erkek, mavi formalı -bu da itü elektriğin rengidir- gençler görüyoruz. sonra bunlar ısınma hareketine benzer bieşeyler yapıyorlar ama o arada rüya kopuyor bambaşka bir goruntu geliyor:
salon aynı salon yine yeşil tahta ve önündeki yükselti duruyor ancak salonun geri kalan kısmı -normalde sıraların olması gereken bölüm- oldukça genişlemiş ve bir sürü insanla dolmuş. Ben bir tür basketçiyim, böyle birkaç tane zenci adam var sevdiğim basketçiler falan, ama ben ben de olabilirim çünkü içimden çok mutluyum onlarla oynadığım için -oha be süper falan diyorum-. yalnız hala ve hala bir pota yok ortalıkta, topu oraya buraya atıp peşinden koşup yakalayıp tahtadaki pota çizimi gibi şeyin içine atar gibi yapıyoruz. bu arada hareketlerimiz oldukça artistik, bunun seyirciyle bi alakası var sanırım, biz onlara şov yapıyoruz. yani sınıf sınıf olmasa nba'deyiz diycem.
biraz böyle oynadıktan sonra seyircilere doğru yönelip küçük çocukları kucağımıza alıyoruz ve onlara basket oynatıyoruz, "çocuklara basketi sevdirme programı" gibi birşey, sonra böyle daha küçük çocuklar alıyoruz bebekler resmen, diğer basketçiler de benimle aynı şeyleri yapıyorlar. sonra düşünüyorum ki "bu yaştan basket topu goren ona el süren çocuk ilerde basketi ne kadar sever, ne güzel" sonra işte ben ve -atıyorum- kareem abdul cabbar, magic johnson falan bir süre böyle takıldıktan sonra çocukları geri verme zamanı geliyor. kareem'in çocuğu amerika'danmış benimki çok abuk sabuk bir yerden ama ben çocuğu çok seviyorum, bırakamıyorum, kucağımda çocukla salonda dolaşıyorum, sonra böyle severken severken çocuk uyuyor, çok mutlu oluyorum. kareem amerika'lı çocuğun annesine büssürü bilet veriyo o gelebilir çünkü maçlara ama ben benimkine veremiorum böyle vietnamlı mı öyle bir yerden, üzülüyorum, uyanıyorum.

Sunday, November 28, 2004

korkunç bir drüa

dün gece çok çirkin bi rüya gördüm. önce böyle ben ölmüşüm insanlar konuşuolar vah vah o vapura binmeseydi falan diolar, vapur batmış boğularak öldüm sanıolar. sona böle kendimi görüorum, vapur batmaya başlıo, benim erhan die liseden bi arkadaşım var ne alakaysa ben onunla beraber bi sandal bulup kaçmaya başlıorum sona sandal su alıo, biz yüzerek kıyıya gitmeye çalışıorus böle fırtınalı bi hava var. sona kıyıya vardığımız zaman böle, niagara şelaleleride marily monroe nun gezdiği yerlere benzer bi yer de böle tünelli görevlili böle çok sevinioruz, olley kurtulduk die. sonra ordan bi adam çıkıo böle çok zayıf tuhaf böle piskopat bakışlı, bana iki el ateş edio ve ben ölüorum.
sonra böle insanları görüorum annem çok ağlıo herkes çok ağlıo beni boğuldu sanıyolar, ben onlara öyle ölmediğimi anlatamıyorum, böyle değişik 2 katlı bi evimiz var. çok çok üzülüorum avşarı göremiorum bi türlü, çok üzülüdüğünü hissediyorum ama ve herkesin toplamı kadar üzülüorum ben de bütün bu insanları üzdüğüm için, cesedimin denizde kaybolduğunu sanıo herkes.

sona arası yok ama ben bi şekilde bizim evdeyim herkesi görüorum ama kimseyle iletişim kuramıorum. evde küçük bi kız var, kardeşimmiş, onun aracılığıyla annemle konuşuyorum, arada kalmışım aslında hiç bişe yabamıorum ama anneme iyiyim falan diorum, avşarı soruorum nasıl diorum, böle çok kötü dio annem ama ben nedense evden çıkamıorum gidip yanına ona ulaşmaya çalışamıorum böle oralar çok kötü zaten herkes hep ağlıo.
sona böle bi şekilde bana bi görev verilio, eğer bi şekilde bi durumda katil olmadığımı kanıtlamam gerekio ama orasını tam annamıorum yani o ben miyim başkasının yerindemiyim öle abuk bi durum var ortada.
o arada bi noktada avşarı buluorum, böle o bana yardım edio katilin kim olduğunu bulmam için ama bi türlü bulamıorus e her seferinde suç ben yabmadığım halde benim üstüme kalıo ve sürekli baştan bi şans veriolar ama hep sonunda aynı şey oluo. hayata dönebilmek için bu olayı çözmem lazım die avşarla vazgeçmiorus hiç ama heb katil ben kalıorm sonuçta ve katili hiç bulamıoruz.

böööleee nası içlerim daraldı nasıl, uyanıorum uyanıorum rüyamdan daralıp, biras duruorum, yatıorum ve aynı rüyayı görmeye devam ediorum. korkunçtu.

Saturday, November 27, 2004

malzemeler

iyi bir rüya anlatıcısı olmak, "ay uyandığımda hatırlıyodum ama sonra unuttum" dememek için gerekenler:
bir kalem
bir defter

defter yatağın yanındaki masanın ya da her ne varsa onun üzerine konur. uykudan uyanılır uyanılmaz görülen rüya ana hatlarıyla kağıda dökülür. bütün rüyayı yazmaya gerek yoktur. ilerde notlara bakıldığında rüya kafanızda cillop gibi canlanacaktır, afiyet olsundur.
tatlı rüyalar.

ölüm

ilk rüyanın böyle olmasını istemezdim ama böyle:
çok uzun süren bir cinayet işliyorum. öldürdüğüm kişi bir kız ve sürekli olarak tanıdığım insanlar arasında değişiyor, ama kim olduklarını hatırlayamıyorum. bir sebeple öldürmem gerekiyor ve elimde bir bıçak var ama bir türlü başaramıyorum. bıçağı saplamak yerine orasını burasını kesip duruyorum. önce bileklerini kesmeye çalışıyorum sonra şah damarını ama sanki bıçak kör ya da ben cesaret edemiyorum bastırmaya ve tam olarak kesemiyorum. yavaş yavaş kanıyor her yeri. kız ölemiyor bir türlü ve gıkını bile çıkarmıyor sadece acıklı gözlerle bakıyor bana. acı çekmesini istemiyorum ama acısına son da veremiyorum. arada yanımızdan -burası geniş pencereli bir koridor- insanlar geçiyor ve ben her seferinde "tanrım bu da gördü, şu da gördü diye" endişeleniyorum, hepsini öldürmem mi gerekir acaba diye düşünüyorum. sonra kızı alıp başka bir yere goturuyorum artık durumu kötü, ölmek üzere, en son "bana bi şarkı söylesene" diyor birkaç kere, ve ölüyor. çok üzülüyorum. hiç tanımadığım bir adam geçiyor yanımdan, uzun uzun bakıyor bana sanki tanıyormuş gibi. "nolur kimseye anlatmasın" diyorum.
bitiyor böyle.

Friday, November 26, 2004

rüya biter yalnizlikla

ne unutmak mumkun
ne oynamak seninle
hayal gercek bir dus perdesinde
ruya biter yalnizlikla
yalnizlikla biter ruya...