geçende bir rüya gördüm

uyumamaya çalışıyorum gecelerce ayrılmak zor geliyor dünyadan uğraşıyorum ama hep yeniliyorum kendi sonsuzluğumu görüyorum, yalnızlığımı korkuyorum, üşüyorum sonra insanlar kıçın açıkta kalmıştır diyor ama gerçeği yalnız ben biliyorum rüya ölümün kardeşidir.

Sunday, December 19, 2004

perdeler

çok detayli bir sekilde hatirlayamiyorum ama şuna benzer birşeydi:
annem babam ablam büyükbabam ve ben aynı evde yaşıyoruz ama ev tam bizim ev gibi degil daha ufak bir daire gibi. birgün hepimiz evdeyiz, annemle babam içeriki odada, ablam büyükbabam ben başka bir odadayız ve ev birden sallanmaya başlıyor, deprem gibi ama tam olarak da değil yani olay bir deprem aslında ama deprem lafı geçmiyor rüyada daha olağan birşeymiş gibi karşılıyoruz. ben ablamla büyükbabama şöyle yapın böyle yapın diye yardım ediyorum ev böyle saga sola egiliyor ben de o egime uyarak ayakta kalıyorum, sonra ev devriliyormuş gibi oluyor biz de o yöne dogru hareket ederek odadan çıkıp içeriye gidiyoruz, kimseye birşey olmuyor, ev öyle yıkık bir halde kalıyor biz de içinde yaşamaya devam ediyoruz, mutsuz da degiliz böyle ilginç tarafı.
sonra ben birgün ablam ve büyükbabamla ilk çıktığımız odaya -şimdi orası boş hepimiz salonda kalıyoruz çünkü- gidiyorum, balkonumsu bir kısmı var odanın böyle yan duvarı yok. oraya bakarken bi anda ayağımın altındaki parça kopmaya başlıyor, geri kaçamıyorum ve o açıklıktan düşmeye başlıyorum, o sırada dışarda uçuşan bir perde görüp ona tutunuyorum. perde inanılmaz bir uzunlukta, kocaman bir apartmanın tepesinden ortasına kadar -30 metre falan- iniyor. ben perdeye tutunup bir o tarafa bir bu tarafa sallanmaya başlıyorum. ama inanılmaz yumuşak bir şekilde, suratımda rüzgari hissediyorum, hiç yavaşlamıyorum. Kim kurtaracak ki beni acaba diye düşünüyorum. bilmemkimler varmış aslında onlar kurtarabilirlermiş ama o anda sevişiyorlarmış -böyle bir bilgi gelio havadan-.
Bir süre sallandıktan sonra biraz ötede birincinin aynısı, upuzun ikinci bir perde görüyorum. Bir elimle de ona tutunuyorum ve böyle uyumluı bir şekilde iki perdeye birden tutunmuş bir halde bir o tarafa bir bu tarafa -uzun eğriler çizerek ve hiç yavaşlamadan- sallanıyorum.
sonra uyanıyorum.
rüyanın genelinde biraz hüzün olsa da kötü bir rüya degildi, mutsuz uyanmadim.

Thursday, December 16, 2004

basket

rüyamda kızlı erkekli bir grup okul gibi bir yerin icinde genis sayilabilecek bir salondayız, sanki koltukları çıkarılmış -bilenler için itü maslaktakiler gibi- bir sınıf. bunlarin bir kismi sanki benim bölümden arkadaslarim ama cok net degiller.
bir kısım adamlar gelip neyi nasıl yapsak diye konuşuyorlar ve bişeyler inşa etmeye başlıyorlar, biz de yardım ediyoruz. salonun sonundaki kara -yeşil- tahtanın önüne bir yükselti yapılıyor sonra biz 5-6 kişi elimizde basket topu bu yükseltinin üzerine çıkıp basket oynamaya başılyoruz ama ortada pota falan yok, sadece tahtaya ona benzer birsey cizilmis ve biz de salak salak kosup topu sanki onun içinden geçiriyormuş gibi atıyoruz.
bir süre böyle oynadıktan sonra adamlar başka birşeyler daha yapmaya geliyorlar ve biz gidiyoruz. sonra geldigimizde böyle iki sıra, kız-erkek, mavi formalı -bu da itü elektriğin rengidir- gençler görüyoruz. sonra bunlar ısınma hareketine benzer bieşeyler yapıyorlar ama o arada rüya kopuyor bambaşka bir goruntu geliyor:
salon aynı salon yine yeşil tahta ve önündeki yükselti duruyor ancak salonun geri kalan kısmı -normalde sıraların olması gereken bölüm- oldukça genişlemiş ve bir sürü insanla dolmuş. Ben bir tür basketçiyim, böyle birkaç tane zenci adam var sevdiğim basketçiler falan, ama ben ben de olabilirim çünkü içimden çok mutluyum onlarla oynadığım için -oha be süper falan diyorum-. yalnız hala ve hala bir pota yok ortalıkta, topu oraya buraya atıp peşinden koşup yakalayıp tahtadaki pota çizimi gibi şeyin içine atar gibi yapıyoruz. bu arada hareketlerimiz oldukça artistik, bunun seyirciyle bi alakası var sanırım, biz onlara şov yapıyoruz. yani sınıf sınıf olmasa nba'deyiz diycem.
biraz böyle oynadıktan sonra seyircilere doğru yönelip küçük çocukları kucağımıza alıyoruz ve onlara basket oynatıyoruz, "çocuklara basketi sevdirme programı" gibi birşey, sonra böyle daha küçük çocuklar alıyoruz bebekler resmen, diğer basketçiler de benimle aynı şeyleri yapıyorlar. sonra düşünüyorum ki "bu yaştan basket topu goren ona el süren çocuk ilerde basketi ne kadar sever, ne güzel" sonra işte ben ve -atıyorum- kareem abdul cabbar, magic johnson falan bir süre böyle takıldıktan sonra çocukları geri verme zamanı geliyor. kareem'in çocuğu amerika'danmış benimki çok abuk sabuk bir yerden ama ben çocuğu çok seviyorum, bırakamıyorum, kucağımda çocukla salonda dolaşıyorum, sonra böyle severken severken çocuk uyuyor, çok mutlu oluyorum. kareem amerika'lı çocuğun annesine büssürü bilet veriyo o gelebilir çünkü maçlara ama ben benimkine veremiorum böyle vietnamlı mı öyle bir yerden, üzülüyorum, uyanıyorum.